Ders 13 – İç Savaş

Günümüz uluslararası ilişkilerinin önemli özelliklerinden biri devletler arası savaşların sayı ve kapsam olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan buyana azalmakta oluşu, buna karşılık devletlerin içinde gerçekleşen iç çatışmaların artmakta oluşudur. 20. Yüzyılın ilk yarısındaki Birinci ve İkinci dünya savaşları savaşın yıkıcılığının gelebileceği noktayı acı şekilde gözler önüne sermiş, Soğuk Savaş döneminde ise geliştirilen yeni silah teknolojileri ve olası nükleer yıkım nedeniyle küresel bir savaşın yıkıcılığı ihtimali uluslararası alanda barışın sağlanması konusunda önemli adımlar atılmasını sağlamıştır. Bu durum savaş ihtimalini tamamen ortadan kaldırmamış, yeni savaş türlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Her ne kadar devletlerin sınırları dahilinde yaşanan çatışmaların tarihi daha önceki derslerde bahsedilen yeni savaş türlerine nazaran daha eskiye gitse de, günümüzde en yoğun şekilde tezahür eden savaş şekli haline gelmiştir.
İç savaş, egemen bir devletin işbaşındaki hükümeti ile ülke içerisinde farklı siyasi, etnik, dini vb. gruplar arasında yaşanan silahlı çatışma hali olarak tanımlanabilir. Bu tanımda öne çıkan ve diğer iç çatışma türlerinden farklılaşan iki unsur vardır. Birincisi iç savaşın tarafları devlet ile toplumu içerisindeki unsurlardır. İkinci olarak, taraflar arasında aktif silahlı çatışma hali bulunmaktadır. Small ve Singer (1982) da iç savaşları, askeri operasyonların ana vatanda gerçekleştiği, ulusal hükümetin aktif şekilde taraf olduğu ve iki tarafta da şiddetli direnişin olduğu silahlı çatışmalar olarak tanımlamıştır. İç savaşı diğer iç çatışma türlerinden ayırma gerekliliği, bugün artık farklı devlet dışı unsurların birbiriyle çatışma hali ile farklı ölçeklerdeki çatışmaların da sıklıkla gözlenmesinden doğmaktadır. Bu derste temel özellikleri ile iç savaşları ele alacağız.
İç savaşlar bir devlet içerisinde yönetimin kuvvet kullanılarak ele geçirilmesi ya da devletin bölünmesi amacıyla genelde devlet (veya devlet adına hareket eden hükümet) ile siyasi, etnik veya dini muhalif gruplar arasındaki silahlı çatışmalardır. Ülke içindeki herhangi bir silahlı çatışmanın iç savaş olarak nitelendirilebilmesi için, devletin kendisiyle çatışan grupları savaşın tarafı olarak (“savaşan”) tanıması gerekir. Bu doğrultuda mevcut uluslararası hukuk çerçevesinde “terörist” olarak tanımlanan oluşumlar ile devletler arasındaki çatışmalar “iç savaş” olarak nitelendirilmemektedir. Benzer şekilde, bir ülkenin toprakları içerisindeki farklı silahlı unsurlar arasındaki çatışmalar da iç savaş olarak tanımlanmamaktadır.

İç Savaş” – Güvenlik Yazıları / Binnur Özkeçeci-Taner

Genel olarak, kavram karmaşasını gidermek amacıyla iç savaşlar ile iç çatışmalar literatürde birbirinden ayrı olarak ele alınmaktadır. Fakat pratikte aradaki fark sıklıkla gözden kaçmaktadır. Nitekim, genel tanımlamaların zaman içerisinde farklılaşan savaş ortamlarını tutarlı bir şekilde açıklayamaması nedeniyle iç savaş tanımlaması ve hangi durumları kapsayacağı konusu disiplinde kapsamlı çalışmalar yapılması gereğini artırmıştır. Örneğin 1991’den sonra Somali iç savaşında devletin kurumsal bütünlüğünün bozulmuş olması ve daha sonra “başarısız devlet” (failed state) olarak tanımlanan durumun ortaya çıkması, yukarıda bahsedilen devletin taraf olması koşulunu tartışmaya açan bir unsur olarak görülebilir. Bir başka örnek de devletlerin doğrudan merkezi ordu yerine paramiliter güçler yoluyla ülke içerisinde bir nevi vekalet savaşı yürütmeyi tercih etmeleri durumunda ortaya çıkmaktadır. Bu tür örneklerde iç savaş ile çatışma arasındaki ayrım netliğini daha da kaybetmektedir.

Afrika Kıtasındaki Temel Güvenlik Sorunları – Güvenlik Konuşmaları/ Dr. Haluk Karadağ

Bugüne kadar farklı savaş türleri üzerine yapılan en kapsamlı ve uzun süreli global veri tabanı olan COW (Correlates of War) Projesinin mimarları Small ve Singer’a göre bir çatışmayı iç savaş olarak değerlendirmek için önemli bir unsur çatışma kaynaklı ölüm sayısıdır. COW veri tabanının ilk kodlamalarında “1000 ve üzeri çatışma kaynaklı ölüm” sayısına sahip çatışmalar iç savaş olarak tanımlanırken, daha sonra bu kriterde değişiklikler yapılmıştır. Zira, 1000 ölüm kriteri nüfus ile orantılı olarak değerlendirilmediğinden tutarlı bir kriter olmadığı için eleştirilmiştir. Daha sonraları iç savaşlarda zamanla değişen ve hızla artan ölüm oranları da bu kriterin geçerliliğinin sorgulanmasına neden olmuştur. Örneğin, bu kritere göre 1963’te o zamanki adıyla Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Rumlar ile Türkler arasında yaşanan çatışmalar ölü sayısının 1000 kişiyi bulmaması nedeniyle iç savaş olarak sınıflandırılmamış, fakat iç savaşın diğer unsurlarını açıkça gösteren bir çatışma olduğu için ve ülkedeki nüfusa göre ölüm oranının bir kriter olarak Kıbrıs örneğinde uygulanmaması gerektiği eleştirisi ile iç savaş olarak değerlendirilmesi gerekliliği vurgulanmıştır.

Öte yandan iç savaşlarda aktif çatışma ortamının sürdürülmesi için muhalif oluşumların uzun süreli silahlı çatışma kapasitesine sahip olmaları da gerekmektedir. Bu nedenle aniden gelişen ve devletin tek taraflı ve/veya yoğun güç kullanımı ile gerçekleşen etnik tezmizlik, soykırım ve benzeri süreçler doğrudan iç savaş niteliği taşımazlar. Bir çatışmanın iç savaş olarak değerlendirilebilmesi için ilgili tarafların karşılıklı direnişi asimetrik olsa da yapılanmış unsurlar tarafından gerçekleştirilmelidir.

Özellikle post-kolonyal coğrafyalarda akut bir problem haline gelen iç savaşların nedenleri hakkında genellikle kolonyal mirasın iç savaş ile ilişkisi ön plana çıkmaktadır. Toplumsal bölünmüşlük ve devlet yapılanmasının dışlayıcı ve zayıf nitelikleri nedeniyle iç savaşlar bu tür bölgelerde daha sıklıkla görülmektedir. Devletin koruma sorumluluğu ve toplumsal sözleşme gibi sürdürülebilir modern devlet inşası süreçlerinden geçmeyen devletlerde şiddetli kırılmalar yaşanması ihtimali artmaktadır. Bu tür yapısal ve siyasi problemlere, toplumun geneline yayılan ekonomik ve kimlik problemleri de eklendiğinde iç savaş ortamı doğmaktadır. Bugün özellikle Ortadoğu bölgesinde yaşanan iç savaşların nedenleri konusunda en çok ortaya atılan tezlerden biri de Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan devlet sistemlerinin ve otoriter rejimlerin toplumsal yapıya yönelik dışlayıcı ve tehditkar politikalar yürütmeleri olmuştur.

İç savaşlarla ilgili en yaygın neden olarak “göreli yoksunluk” kavramı dile getirilmektedir. Toplumun içerisindeki herhangi bir azınlık ülkelin tamamına yayılar refah ve sşyasi haklardan diğer grupların ve/veya çoğunluğun yararlandığı kadar yararlanamadığını ve bu konuda kendilerine sistematik ayrımcılık yapıldığını düşünüyorsa, bu önemli bir iç savaş tetikleyicisi olabilmektedir. Ayrıca, bir etnik veya dini grubun sınar aşan uzantılarının bulunması, bir ülkedeki çoğunluğun komşu bir ülkedeki azınlıkla aynı kökeni paylaşması, uluslararası silahlı müdahaleler, yeni bağımsızlıklarını kazanan devlet içerisindeki devlet ve millet inşası süreçleri gibi unsurlar da iç savaşların nedenleri arasında ön sıralarda yer almaktadır.

İç Savaş Türleri

İç savaşlar çıkma nedenlerine göre üç gruba ayrılabilir: İsyan, devrim ve ayrılıkçı. İsyanlar devlete karşı vatandaşlar tarafından yürütülen ayaklanmalar olarak ortaya çıkarlar. Devletin kontrolünü elinde bulunduran hükümet politikalarına yönelik memnuniyetsizliklerden dolayı ortaya çıkan bu tür hareketler silahlı çatışma ortamına dönüştüğünde iç savaş olarak tanımlabilirler. Örneğin 1958’de Lübnan İç Savaşında Sünni Müslüman gruplar devlette daha eşitlikçi bir temsil sistemi oluşturulması talebiyle ortaya çıkmış, siyasi sistemin kökten değiştirilmesi, sistemsel bir dönüşüm veya ülkenin parçalanması amaçlanmamıştır.

Dönüştürücü iç savaşlarda ise siyasi liderliğin ve siyasi sistemin dönüşümü amacı bulunmaktadır. Siyasi yapının devrilmesi Fransız devriminde olduğu gibi bir sistemin ortadan kaldırılıp yerine yeni bir siyasi sistemin oluşturulması ile gerçekleştirilirken, Rusya ve Küba’da olduğu gibi sadece siyasi sistemin dönüşümü değil, ekonomik sistemin de dönüşümü de amaçlanabilmektedir. Bu tür dönüştürücü iç savaşları özellikle kolonyal yönetimlere karşı başlatılan bağımsızlık savaşları örneklerinde de görebiliriz. Cezayir, Angola ve Kenya’da kolonyal güçlere karşı gerçekleşen iç savaşları buna örnek verebiliriz. Bu tür iç savaşlar dönüşümü amaçlamasına rağmen bu ülkelerdeki siyasi elitlerin ve toplumsal dinamiklerin dönüşümünü kısmen sağlayabilir veya aynı yapıların yeni kurulan düzenlerde de tekrar benzer şekilde kurulması ile sonuçlanabilirler.

Ayrılıkçı iç savaşlar ise bir siyasi yapılanmanın daha geniş bir siyasi yapıdan ayrılması amacıyla başlatılan çatışmalardır. Burada iç savaşlar devrimler bağlamında verdiğimiz örneklerden farklı olarak mevcut siyasi sistemi yıkma amacı taşımaz, toplum içerisindeki bir grubun bağımsız bir devlet kurması amacına yönelir. Etiyopya ve Eritre arasında 1961 ile 1991 yılları arasında aktif olarak devam eden savaş bu tür iç savaşlara örnek olarak gösterilebilir. Bu tür ayrılıkçı savaşlar, sıklıkla bu örnekteki gibi uzun dönemli olabilir ve aktif savaşın bitmesini takip eden yeniden siyasi yapılanma süreçleri de uzun süre alabilir.

İç savaşların savaş literatüründe gittikçe artan bir öneme sahip olmasının en önemli nedeni iç savaş ortamlarının gittikçe bölgesel olaylar haline gelmesi ve sınırların geçirgen olduğu bölgelerde sadece nedenleri açısından değil sonuçları açısından da yayılmacı bir niteliğe sahip olmalarıdır. Bugün toplumsal hareketler gibi çatışmalar da domino etkisi yaratmaya başlamış ve hızla yayılarak sınır aşan özellikler gösterir hale gelmişlerdir. Yakın dönemde bu tür etkileri yoğun şekilde gördüğümüz Suriye İç Savaşı, bölgesel etkileri ile bu durumun en belirgin örneklerindendir. Günümüzde devletler arası savaş olasılığının azalması, devletlerin nüfuzlarını göstermek için farklı yöntemlere başvurmalarının önünü açmıştır. Yeni savaş türlerinin ortaya çıkması ve dış müdahalelerin sayısının artması da bu süreci destekler niteliktedir (bkz. Vekalet Savaşları, Koruma Sorumluluğu).

Uzun süren doğaları nedeniyle iç savaşların yarattığı toplumsal ve bireysel etkiler de BM ve benzeri, asli görevini küresel barışı sağlama olarak tanımlayan uluslararası örgütlerin güvenilirliğinin sorgulanmasına yol açmaktadır. Zira devletler arası savaşlara kıyasla coğrafi etkilerinin dar olması iç savaşların uluslararası, bölgesel ve yerel etkilerinin kısıtlı kalmasını sağlamamaktadır. Aksine yarattıkları insani sorunlar nedeniyle iç savaşlar günümüz uluslararası ilişkilerinde geniş çaplı etkilere neden olabilmektedirler.

Ortadoğu Coğrafyasındaki  Temel Güvenlik Sorunları – Güvenlik Konuşmaları/ Dr. Haluk Karadağ

Ek Okumalar

Dixon, Jeffrey S. ve Meredith R. Sarkees. A Guide to Intra-state Wars: An Examination of Civil, Regional, and Intercommunal Wars, 1816-2014. (Washington, DC.: CQ Pres, 2015)

Fearon, James D., ve David D. Laitin. “Ethnicity, insurgency, and civil war.” American Political Science Review Cilt. 97 No 1 (2003) ss. 75-90.

Şatana, Nil S. “İç Çatışma: Nedenler, Mekanizmalar, Aktörler”, Küresel Siyasete Giriş: Uluslararası İlişkilerde Kavramlar, Teoriler, Süreçler, der. Evren Balta (İstanbul: İletişim, 2014), ss. 303-319.

UİK Panorama – Odak Suriye Serisi

Tartışma Soruları

İç savaş nedir? Temel özellikleri nelerdir?

İç savaşları diğer savaş türlerinden ayıran temel unsurlar nelerdir?

Farklı iç savaş türleri nelerdir?