Ders 6 – Güç Dengesi

Uluslararası İlişkiler disiplininin çok tartışılan konularından biri de güç dengesidir. Realist kuram tarafından uluslararası sistemde savaş halini asgariye indirmek için öngörülen devletler arasında materyal güç kapasitesi anlamındaki güç dengesi, sistemde barış ve düzen için gerekli olan temel unsur olarak görülür. Zamanla farklı şekillerde yorumlanan güç dengesi için Scweller (2016) farklı tanımlar önermektedir. İlk olarak, güç dengesi uluslararası sistemdeki bütün aktörlerin güç kapasitesinin gerçekte eşit şekilde dağılımı olarak tanımlanabilir. Bir başka tanım gerçek dağılımın ötesinde gücün eşit olarak dağıtılması gerektiği ilkesinin aktörler tarafından benimsenmesine atıf yapar. Büyük güçler arasında kurulan denge olarak ele alındığında zayıf aktörlerin zarar gördüğü bir sistem olarak betimlenebilir.

Güç dengesini bir durum olarak ele almak yerine, bir süreç olarak değerlendirirsek, güçlü aktörlerin uluslararası sistemde baskın olma isteği de güç dengelemesi olarak tanımlanabilir. Böylece dengeyi eşitlik durumundan güçlü aktörlerin çıkarları doğrultusunda evirilen bir sistem olarak da tanımlayabiliriz. Dengeleyici güç olarak da tanımlanan bir aktörün sistemi dengeleme rolünü üstlenmesi durumu da güç dengesi kavramı altında ele alınmıştır. Dengeleyici unsur olarak sadece devletleri değil Birleşmiş Milletler gibi küresel kurumları da göz önünde bulundurmak gerekir. MOOC-S’in son bölümünde de tartışacağımız gibi, Birleşmiş Milletler küresel düzenin sağlanması için farklı ölçekteki devletler için ortak bir platform oluşturmaktadır. BM’nin rolü büyük güçler ile daha küçük ölçekteki devletler arasındaki eşitsizlik açısından çokça tartışılsa da, yine de güç dengesi temelinde sistemsel düzen ve barış ortamı için ve anarşik sistem içerisinde çatışma ihtimalinin azaltılması için realist kuram tarafından gerekli görülmektedir.

Güç dengesi kavramı realist kuram tarafından benimsenmiş ve temel prensipleri de buna göre şekillenmiştir. Fakat gerçekçi kuramın farklı türleri tarafından güçler dengesinin nasıl kurulduğu farklı değerlendirilmektedir. Mearsheimer’a göre klasik realistler güçler dengesini devlet adamlarının sorumlu ve rasyonel kararları sonucunda oluşan bir durum olarak tanımlarken, yapısalcı realistlere göre uluslararası sistemin anarşik yapısı kaçınılmaz olarak devletler arasında bir güç dengesi ortaya çıkaracaktır. Öte yandan neo-klasik realistler güç dengesi politikalarının her durum ve şart altında kendiliğinden ortaya çıkmadıklarını ileri sürerler. Buna göre devletlerin yapıları ve kimlikleri ara değişkenlerdir ve uluslararası sistemin anarşik yapısıyladevletlerin dış politikaları arasında belirleyici olurlar. Dengeleme politikalarının otomatik olarak ortaya çıkacağını savunan yapısal realistler karşısında neo-klasik realistler, bu süreçte liderlerin öznel tehdit algılamalarını, siyasi ve ideolojik hesaplamalarını, dünya görüşlerini, dış politika elitleri arasında bir uyum olup olmadığını ve devletlerin yönetim tarzlarını belirleyici unsurlar olarak açıklamalarına dahil ederler.

Güç dengesi kavramına zaman içerisinde farklı eleştiriler de getirilmiştir. Örneğin Stephen Walt, devletlerin güç dengesi değil tehditlere karşı dengeleme yaptıklarını ileri sürer. Buna göre, başka ülkelerin güç kapasitelerindeki göreli artış otomatik olarak tehdit görülmez. Tehdit, algılar neticesinde oluşur ve maddi olmaktan çok sosyal bir gerçekliğe dayanır. Güç imkânları artan devletin kim olduğu, hangi değerlere inandığı, dış politikasında statükocu mu yoksa revizyonist politikalar mı izlediği gibi unsurlar, diğer devletler tarafından tehdit olarak algılanıp algılanmamasında etkilidir. Bu çerçevede, dengelenmediği müddetçe güç imkânları artış gösteren devlet diğer devletlerin güvenliğine tehdit oluşturacaktır. Dengeleme süreçlerinin algı ve sosyal bir sonuç olarak yorumlaması, realist görüş içerisinde dikkate değer bir nüans olarak tehditler dengesi kavramını ortaya çıkartmıştır.

 “Güçler Dengesi” – Güvenlik Yazıları / Tarık Oğuzlu

Tarihsel Süreçte Güçler Dengesi

Gücün nasıl tanımlandığı kadar, uluslararası sistemde nasıl tezahür ettiği de önemlidir. Çünkü genelde güç dengesi asla sistemdeki bütün aktörler arasında eşit güç dağılımı olarak kendini göstermemiş, her dönemde farklı ülkeler dengeleyici aktör olarak ön plana çıkmıştır. Yakın tarihte uluslararası sistemdeki güç dengesini dört dönemde inceleyebiliriz. Bahsedeceğimiz her dönemdeki güç dengesi tarihte büyük bir kırılma sonucu bozulmuş ve yeni bir düzen meydana gelmiştir. Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemi ilk dönem olarak ele aldığımızda, uluslararası sistemde büyük Avrupa imparatorluklarının hâkim olduğunu görürüz. Bu imparatorluklar arasındaki güç dengesi Birinci Dünya Savaşının patlak vermesi ile bozulmuştur. İkinci dönem olarak Birinci Dünya Savaşından İkinci Dünya Savaşı sonuna kadarki dönemdeki güç dengesini ele alabiliriz. Aslında bu dönemi, eski imparatorluklar ardılları arasında yaşanan mücadeleleri bir tür dengeleme süreci olarak da değerlendirmek mümkündür. Materyal kapasitesini savaş nedeniyle yitiren devletler yeniden sistemsel dengeyi kurmak için kapasite artırımına gitmiş ve bu yolla sistemi istikrarsızlaştırmışlardır. Bu süreç de İkinci Dünya Savaşı ile son bulmuştur. Savaşın ardından başlayan Soğuk Savaş ise uluslararası sisteme iki kutuplu bir yapı getirmiştir. Bu dönemde daha önce sistemde hâkim olan Avrupa İmparatorlukları yerine ABD ile Sovyetler Birliği gibi iki süper gücün merkezi konumda olduğu iki kutuplu bir sistem ortaya çıkmıştır. Bu dönemde devletler sistemde kendi ideolojilerine yakın devletlerle işbirlikleri kurarak diğer ülkeleri de bu iki kutbun parçası haline gelmeye zorlamışlardır.

Middle East Middle Powers: Regional Role, International Impact”, Anoushiravan Ehteshami

Soğuk Savaş sonrası son dönemde ise Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte iki kutuplu sistem ortadan kalkmıştır, fakat yerine beliren sistem üzerine farklı görüşler vardır. ABD’nin küresel siyasette belli bir süre tek başat aktör olarak kalması sistemin tek kutuplu bir sistem olarak değerlendirilmesine imkân vermiştir. Bu dönemde özellikle ABD’nin içerisinde bulunduğu NATO gibi kurumsallaşmış ittifak mekanizmalarının sistemdeki baskın askeri gücü öne çıkmıştır. ABD bu konumundan yararlanarak hem NATO’nun üye sayısı ve faaliyet alanı bağlamında genişlemesiyle hem de genel ekonomik tablosundaki verilerle sistemde hegemonik bir aktör haline gelmiştir.

21. yüzyılın başından itibaren ise ABD’nin sistemdeki hegemonik konumu gittikçe zayıflamaktadır. Soğuk Savaş sonrası yeniden yapılanma sürecini tamamlayan Rusya’nın sisteme dönüşü ve özellikle bölgesel etkisini yeniden kurması ile Çin’in ekonomik gelişimi ve küresel ticaret sistemindeki yükselen konumu ABD’nin küresel lider olduğu tek kutuplu sistemin sorgulanmasına yol açmıştır. Güç dengesini, askeri güç odaklı devletlerin sistem içerisindeki ekonomik, siyasi veya ideolojik konumunun bir bütünü olarak değerlendirdiğimizde günümüz dünyasında ABD’nin hegemon bir güç olduğu tek kutupluluktan bahsetmek doğru olmayacaktır. Bugün özellikle orta veya küçük ölçekteki ülkeler arasında gelişen ekonomik ve bölgesel işbirlikleri, bize sadece büyük güçlerin himayesinde şekillenen bir sistemi değil, farklı işbirliği yapılarıyla çok kutuplu bir sistemin işaretlerini vermektedir.

Ek Okumalar

 Walt, S. (1985) “Alliance Formation and the Balance of World Power”, International Security, C. 9, S. 4, ss. 3-43.

Tartışma Soruları

 Farklı realist kuram türleri güç dengesini nasıl tanımlarlar?

 Güç dengesi ile tehdit dengesini birbirinden ayıran temel unsurlar nelerdir?

 Güç dengesi durumunu yakın tarihte hangi süreçlerde gözlemleyebiliriz?

 Soğuk savaş süresince uluslararası sistemde güç dengesi meydana gelmiş midir?