Ders 7. Strateji ve Caydırıcılık

  • Anasayfa
  • Konular
  • Ders 7. Strateji ve Caydırıcılık


Ders 7. Strateji ve Caydırıcılık

Caydırma, Türk Dil Kurumu sözlüğünde bir saldırganlığı engellemek için önlem alma eylemi olarak tanımlanmaktadır. Caydırıcılık ise, en genel anlamda karşı tarafı olası bir davranıştan vazgeçirmek için tehdit ve vaat gibi mekanizmaların bilinçli olarak kullanılmasına yönelik strateji olarak tanımlanabilir. Stratejik çalışmalar literatüründe bu konuda farklı tanımlara rastlanır. Alexander L. George’a göre caydırıcılık, düşmanı belirli bir davranış biçimini seçmesinin maliyetinin faydasından çok olacağına ikna etmektir (George ve Smoke, 1974: 11). Glenn Snyder’a ait bir başka tanıma göre caydırıcılık, bir tarafın diğer tarafa belirli bir davranış karşısında cezai yaptırım uygulanacağı veya ödül verileceğini açık ya da örtülü olarak belirttiği bir havuç-sopa taktiğidir (Snyder, 1960: 163). Bruce Russett’e göre caydırıcılık, potansiyel düşmanın beklenen davranışlarına dayalı bir fayda ve maliyet hesabı üzerine oturan bir stratejik etkileşim oyunudur (Huth ve Russet, 1984: 499).

Caydırıcılık Nedir?, Özgür Özdamar

Caydırma anlamıyla her zaman savaş çalışmalarının, dolayısıyla stratejinin bir parçası olan caydırıcılık Soğuk Savaş döneminde strateji alanına hemen tamamıyla hakim olmuştur. Öte yandan, hem bu dönemde hem de sonrasında bir strateji olarak caydırıcılığın farklı türleri ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda ilk olarak caydırıcılık ile “genişletilmiş caydırıcılık” arasında bir ayrıma gidilir. Genişletilmiş caydırıcılık, bir devletin koruduğu müttefik devlete karşı düşmanca davranışları caydırması anlamında kullanılmaktadır. Bu şekilde genel anlamda caydırıcılıktan farklı olarak, caydırıcı devlet kendisine yönelik bir tehdide maruz kalmamakta, müttefiki kabul ettiği başka bir devletin karşı karşıya olduğu saldırı tehdidini caydırmaya çalışmaktadır.

Genişletilmiş caydırıcılık ayrıca genel ve dolaysız caydırıcılık olarak da farklılaşmaktadır. Genel caydırıcılık, Soğuk Savaş dönemindeki iki kutuplu düzende en yaygın görülen caydırıcılık türüdür. Burada caydırma, kesin ve yakın bir saldırı olasılığı olmasa da taraflar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde kullanılan bir yöntem olarak ortaya çıkmıştır. Dolaysız caydırıcılık ise taraflardan en az birisi ciddi ve kesin bir saldırı planı içindeyse ve karşı taraf da misilleme tehdidiyle bu saldırıyı önlemeye çalışıyorsa ortaya çıkan caydırıcılık türüdür.

Genişletilmiş genel caydırıcılık, devletler arasında düşmanca ilişkilerin olduğu durumlarla ilgilidir, fakat herhangi bir devlete karşı doğrudan askeri kuvvet kullanma hazırlığı söz konusu olmaz. Temel olarak silahlanma yarışı, ittifaklar ve politika yapıcıların beyanları yoluyla yürütülen bir stratejidir. Genişletilmiş dolaysız caydırıcılıkta en yakın tehdit, saldırgan devletin bir başka devlete karşı saldırı yapma olasılığıdır. Tehdide maruz kalan devlet korunan müttefik konumunda olduğundan, üçüncü devlet açık ya da örtülü olarak saldırganı caydırmak amacıyla misilleme yapacağı tehdidinde bulunur.

Caydırıcılık stratejisinin bu farklı ve/veya alt anlamları, Soğuk Savaş dönemi ve sonrasında hem strateji çalışmalarında hem de uygulamada meydana gelen gelişmelere dayalı olarak ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda caydırıcılık stratejisinin ilk gelişme dönemi, ABD’nin nükleer güç tekelini elinde bulundurduğu 1945’ten zamanla tekel olma konumunu yitirse de üstünlüğü elden bırakmadığı 1960’lı yılların başına kadar süren dönemdir. Bu dönemin en önemli unsurlarından biri NATO’nun 1957’de benisediği “kitlesel karşılık stratejisi”dir. Kitlesel karşılık stratejisi, Sovyetler Birliği’nin Avrupa sahasında konvansiyonel silahlardaki üstünlüğü karşısında NATO’nun Sovyetler Birliği Avrupa’ya konvansiyonel silahlarla saldırsa dahi nükleer güçle karşılık vereceğini ifade etmesiydi . Bir başka deyişle NATO, her durumda Sovyet saldırganlığına kitlesel karşılık verecekti. Kitlesel karşılık stratejisinin caydırıcılığı, ilk benimsendiği andan itibaren stratejistler tarafından eleştirilmeye ve sorgulanmaya başlanmış, yerine askeri gücün taktik nükleer silahların kullanımından sınırlı nükleer savaşa kadar uzanacak şekilde kademeli olarak artırılmasını içeren “kademeli caydırıcılık startejisi” önerilmiştir.

Kitlesel Karşılık, Mehmet Ali Tuğtan

Söz konusu eleştirilerin bir etki yaratması ancak 1962’de ABD ve Sovyetler Birliği arasında yaşanan Küba Füze Krizi sırasında iki süper gücün ve dünyanın ‘karşılıklı kesin imha’ (mutually assured destruction – MAD) olasılığını görmeleriyle olmuştur. Bu kriz sırasında süper güçler arasındaki herhangi bir krizin karşılıklı olarak nükleer yok olmaya yol açabileceğinin açıkça görülmüş olması, caydırıcılığın kademeli olması gerektiği fikrinin NATO’da “esnek karşılık stratejisi” olarak hayata geçmesini sağlamıştır. Yine de, ilk defa ABD Başkanı John F. Kennedy tarafından açıklanan esnek karşılığın NATO tarafından yeni bir strateji olarak benimsenmesi, ittifakın başta Fransa olmak üzere Avrupalı müttefiklerinin isteksizliği nedeniyle ancak 1967’de gerçekleşmiştir. Esnek karşılık stratejisi, taktik nükleer silahlarla birlikte konvansiyonel güçlerle karşılık vermeyi de stratejiye dahil ettiğinden, Avrupa topraklarında yeni bir konvansiyonel savaşı görmek istemeyen Avrupalı müttefiklerin stratejiyi çekimser karşılamalarına neden olmuştur.

Esnek Karşılık, Mehmet Ali Tuğtan

NATO tarafından kabul edilen esnek karşılık stratejisi doğrudan savunma, hesaplı tırmanma ve genel nükleer savaş aşamalarına ayrılmıştır. Doğrudan savunma, karşı taraftan gelebilecek konvansiyonel bir saldırıyı yine konvansiyonel silahlarla durdurmaya çalışmayı içerir. Hesaplı tırmanma, saldırıya konvansiyonel güçlerle karşı koyamama durumunda taktik nükleer silahların kullanılmasını ve son aşama da gen

Soğuk Savaş’ın sona ermesi, bir önceki döneme dair tüm strateji ve politikalar için olduğu gibi caydırıcılık stratejisinin de sorgulanmasına yol açmıştır. Öte yandan, Soğuk Savaş’ın ardından ilk on yılda sorgulanan caydırıcılığın kendisi ya da ne şekilde uygulanması gerektiğinden ziyade, artık Sovyetler Birliği ve lideri olduğu Doğu Bloku NATO ülkelerini tehdit etmediklerinden kimin caydırılacağı sorusu olmuştur. Benzer şekilde, 2001’de ABD’ye karşı gerçekleştirilen 11 Eylül saldırıları kısa süreliğine de olsa caydırıcılık stratejisinin sonu olarak algılanmıştır. Bu dönemin yeni tehdidi olarak ortaya çıkan devlet dışı aktörlere karşı caydırıcılık gibi klasik stratejilerin işe yaramayacağı ve caydırıcılığın yerini “ön alıcı vuruş” gibi yeni savunma anlayışlarına bırakması gerektiği dillendirilmiştir.

Buna karşılık caydırıcılık, Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO ittifakının dayandığı temel strateji olmaya devam etmiştir. Bir ittifak olarak NATO’nun bizatihi kendisi caydırıcılık stratejisinin hayata geçmesidir. Dolayısıyla caydırıcılığın NATO’da temel anlayış olarak kalması şaşırtıcı değildir. Fakat bu caydırıcılığın içeriği, kapsamı ve araçları değişen güvenlik ortamı çerçevesinde sürekli güncellenir hale gelmiştir. Nitekim, Soğuk Savaş sonrasının ilk stratejik konseptinde (1991) nükleer ve konvansiyonel silahlarla caydırma stratejisinden vazgeçilmemiş, fakat nükleer silahlara son çare olarak başvurulması öngörülmüştür. Daha sonraki stratejilerde de bu yaklaşım sürüdürülmüş, konvansiyonel silahlarla birlikte nükleer silahlarla caydırıcılık stratejinin temelinde yer almaya devam etmiştir.

Günümüzde öne çıkan yeni tartışma caydırıcılığın temel bir unsuru olarak önceliğin dayanıklılık (resilience) kavramına verilmesi gerektiği anlayışı ve bu çerçevede yapılması gereken hazırlıklar üzerinedir. Dayanıklılık kavramı temel olarak, doğal afetten kritik alt yapı arızalarına, salgınlardan hibrit veya silahlı saldırılara kadar değişen her türlü ani tehlike ve tehdit karşısında dirençli olunması ve bu ani şoklardan kurtulma yeteneğine atıf yapmaktadır. Bu nedenle dayanıklılık sivil hazırlık kapasitesi ile askeri kapasiteyi biraraya getiren yeni bir kavramdır. Bu çerçevfede her ittifak üyesinin sadece askeri alanda değil, her tür güvenlik tehdidi ve tehlikesini karşılama kapasitesini güçlendirerek dayanıklılığını artırması, NATO’nun caydırıcılık ve savunma duruşunun ayrılmaz bir parçası olarak görülmeye başlanmıştır.

How does NATO support Allies’ resilience and preparedness?

Tartışma Soruları

1. Caydırıcılık nedir, caydırıcılık stratejileri nasıl sınıflandırılabilir?

2. Soğuk Savaş döneminde caydırıcılık stratejisinde meydana gelen değişiklikler neler olmuştur?

3. Dayanıklılık (resilience) ve caydırıcılık birbirlerine rakip stratejiler olarak düşünülebilir mi? Tartışınız.

KaynakLar ve Ek Okuma Önerileri

Alexander L. George ve Richard Smoke, Deterrence in American Foreign Policy: Theory and Practice. New York, Columbia University Press, 1974.

Glenn Snyder, “Deterrence and Power”, Journal of Conflict Resolution, 4 (2), 1960.

Jens Stoltenberg, “NATO in a Competitive World”, 2021. https://www.nato.int/cps/en/natohq/opinions_187140.htm?selectedLocale=en (Erişim Tarihi 06.10.2021).

NATO, “Resilience and Article 3”, https://www.nato.int/cps/en/natohq/topics_132722.htm (Erişim Tarihi: 06.10.2021)

Paul Huth ve Bruce Russet, “What Makes Deterrence Work? Cases from 1900 to 1980”, World Politics, 36 (4), 1984.