Ders 4 – Savaşın Kurbanları ve Katılımcıları Olarak Kadınlar

  • Anasayfa
  • Konular
  • Ders 4 – Savaşın Kurbanları ve Katılımcıları Olarak Kadınlar

Genelde varsayılan “kadınların çatışmalarda aktif rol almadığı” anlayışının aksine, kadınlar hem savaşın/çatışmaların yıkıcı sonuçlarının mağdurları hem de çeşitli kapasitelerde aktif katılımcıları olarak ikili rollerde gözükmekte ve etkilenmektedirler.

Kadınların özellikle modern yaygın savaşların ortaya çıkmasıyla birlikte savaşların daha çok ekonomik yönünde ortaya çıktıkları (rol aldıkları) görülmektedir. Özellikle 1800’lerden itibaren “ulus ordu” kavramının ortaya çıkmasıyla birlikte savaşlar teknolojinin de etkisinin artmasıyla “topyekûn savaş” modeline dönüşmeye başladılar. Bu tür savaşlarda, savaşan ülkenin sadece askeri kapasitesi değil, tüm kapasitesi savaşın içerisine girmektedir. Başka bir deyişle, savaşan devletin toplumu, ekonomisini oluşturan tüm sektörleriyle birlikte savaşın parçası haline gelmekte, modern anlamda “savaş ekonomisi” benimsenmekte ve ekonomik üretim ikiye bölünmektedir. Üretimin ilk ayağı savaşı fiili olarak sürdürebilmeye devam etmek için gereken askeri üretim iken, ikinci ayağı yaşamın devamını sağlayan sivil üretimdir.

Bu dönemde erkekler cephede olduğundan, özellikle sivil üretimi üstlenen kadınlardır. Bu anlamda kadınlar “yedek işgücü” rolüyle bir taraftan savaş zamanında normalde üretimde görev alan erkeklerin yerini alıp, onlar adına üreten üreticiler olurken, diğer taraftan savaştan sonra erkekler döndüklerinde onlara eski sahip oldukları işleri geri vermek üzere kenara çekilmesi gereken cinsiyet grubunu da teşkil etmektedirler.

Kaynak: https://history.army.mil/books/wwii/wac/ch01.htm

Bu süreç çeşitli sorunları ortaya çıkarmıştır. İlk olarak, kadınların seçme ve seçilme haklarını elde etmeleriyle ilgilidir. Erkekler savaştayken özel alandan kamusal alana çıkarak üretime katılan kadınların savaşlardan sonra yeniden özel alana hapsedilmesi mümkün olmamıştır. Böylece, kamusal alana çıkan kadınlar, o alanda kalarak seçme ve seçilme haklarını talep etmeye başlamıştır. Bu zamanla kamusal alana çıkan kadınların kazancı olarak benimsenmiştir.

Negatif tarafta ise, savaş sonrası toplumlarda yaşanan travmaların önemli bir yansımasının savaşların ertesinde artan boşanma oranları ile kadınların aile içi şiddete maruz kalma oranları olduğu görülmektedir. Bu durumun iki sebebi vardır. Kadınlar, kamusal alandan döndükten sonra eskisi gibi ikincil ya da erkeğe bağımlı değildir ve haklarının bilincine varmış durumdadırlar. Kadınlardaki farkındalık, boşanmayla ya da aile içi şiddetle sonuçlanmaktadır. İkinci olarak, kadınlar savaş sırasında tecavüze maruz kalmışsa ve istenmeyen bir hamilelik yaşanmışsa erkekler bu durumu kabullenmekte zorlanmakta, bu da yine aile içi şiddet veya boşanmaya neden olmaktadır.

Öte yandan savaşın katılımcısı olan kadınlar hem savaşta hem de orduda çeşitli rollere sahiptirler. Kadınların ordudaki rolleriyle ilgili olarak, üç temel tartışma bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, askerlerin içindeki kadın sayısının artmasının olumlu olup olmadığı tartışmasıdır. Tartışmaya dört perspektiften yaklaşılmaktadır.

Öncelikle, toplumsal cinsiyet eşitliği ve temsil meselesi olarak, silahlı kuvvetlerdeki kadın sayısının artırılması savunulmaktadır (Carreiras, 2006). Kadınların ordu da dahil olmak üzere tüm mesleklerde eşit fırsatlara sahip olması gerektiği ve varlıklarının artırılmasının geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine ve klişelerine meydan okuyabileceğinin altı çizilmektedir.

İkinci olarak, kadınların ayrımcılık veya engellerle karşılaşmadan, istedikleri takdirde orduda kariyer seçme yetkisine sahip olmaları gerektiğine inanılmaktadır (Campbell, 1993). Bu anlamda, silahlı kuvvetlerde hizmet etmek isteyen kadınlara eşit fırsatlar sağlanmasının önemi vurgulanmaktadır.

Kaynak: https://www.brookings.edu/articles/women-warriors-the-ongoing-story-of-integrating-and-diversifying-the-armed-forces/

Üçüncü olarak, militarizmin kendisi eleştirilmekte ve ordularda kadın sayısının artırılması, askeri-endüstriyel kompleksin genel doğasının sorgulanması bağlamında ele alınmaktadır (Enloe, 2014). Militarizmin şiddet ve tahakkümü sürdürdüğü ve kadınların varlığını artırmanın bu yapıları temelden değiştirmeyebileceği savunulmaktadır.

Son olarak, askeri kurumlarda cinsel taciz, saldırı ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin yaygınlığı konusundaki endişeler dile getirilmektedir (Stander ve Thomsen, 2016). Ordulardaki kadın sayısının artırılmasına, bu sistemik sorunların ele alınmasına yönelik sağlam tedbirlerin eşlik etmesi gerektiğinin altı çizilmektedir.

Kaynak: https://www.aljazeera.com/opinions/2020/3/3/equal-roles-for-women-in-indian-army-is-not-a-feminist-victory

İkincisi, askere giden kadınların, ‘barışçıl’ doğalarına aykırı hareket edip etmedikleri ve bunun üzerinden kadınların da savaşçı olup olmayacakları tartışmasıdır. Ataerkil toplumsal anlayışta kadın, barışçıl ve hassas olarak görülmüş ve savaşan rollerinin dışında tutulmuştur. Fakat kadınların modern ordularla birlikte savaşta rol almaya başlamaları rekabetçi olabildikleri ve askeri karakter kazanabildiklerini göstermiştir. Bu da ‘acaba önceleri orduda rol almadıkları için mi hep barışçıl görüldüler’ sorusunu gündeme getirmiştir.

Üçüncüsü, askerdeki kadınlarda çok ciddi kıskançlık ve rekabetin ortaya çıkması tartışmasıdır. Bu kıskançlık ve rekabetin temel sebebi, mevcut pastanın küçüklüğüdür. Kadınların paylaşabileceği ekonomik pasta çok küçük olduğundan yerlerini kaybetmemek ya da yeni yerler elde etmek için kadınlar arasında kıskançlık ve rekabet artmıştır. Bu da ‘barışçıl kadın’ algısının sorgulanmasına sebep olmuştur.

Çatışmalarda kadınların bir başka askeri rolü gerilla olmalarıdır. Kadınlar, özellikle 20. yüzyılda temelde Maoist-Leninist ideolojiye sahip gerilla örgütlerinde kendilerine yer bulmuştur. Daha sonraları ise kadınların ‘intihar bombacısı olarak daha güvenilir oldukları’ anlayışı çerçevesinde terör yapılanmalarında intihar bombacısı olarak öne çıktıkları görülmüştür.

Son olarak, kadınların savaştaki (erkek) askerlere psikolojik destek rolleri vardır. Destek rolleri, mağdur olunan rolleri de mağdur olunmayan rolleri de kapsamaktadır. Örnek olarak Angelina Jolie’nin ya da Marilyn Monroe’nun cepheye giderek askerlerin morallerini yükseltme çalışmalarına katılması verilebilir. Bir diğer örnek kadınların psikolog rolünde askerlere destek vermesidir. Erkek askerlerin yetersizlik duygusundan kaynaklanan sorunlarını, erkek psikologlardan ziyade ‘güçsüz’ olarak gördükleri kadın psikologlara anlatmakta daha rahat hissettiklerinin anlaşılması zamanla ordularda kadın psikolog istihdamını artırmıştır.

Kadınların savaşlarda kurban/mağdur rolleri askeri rollerinden çok daha önce ve daha yaygın olarak ortaya çıkmıştır. Sıklıkla erkek gücünün ve toprak sahibi olmanın göstergesi olarak ama zaman zaman da bir toplumsal cezalandırma aracı olarak tecavüz, tarihin her döneminde savaşlara eşlik etmiştir. Son dönem savaşlarında ise tecavüzün stratejik bir yöntem olarak kullanılmaya başlandığı da görülmektedir. Ayrıca, Suriye İç Savaşı örneğinde de görüldüğü üzere, yakın dönemde kadınlar savaşlar sonucunda yerinden edilmekte ve zorunlu olarak göç ettirilirken insan kaçakçılığına ve seks işçiliğine mecbur bırakılmaktadırlar.

Kaynak: https://www.icrc.org/en/document/150-years-humanitarian-action-women-and-war-0

Kadınların mağdur rolünde oldukları bir başka süreç, yukarıda da ifade edilen savaş sonrasında artan boşanma ve aile içi şiddet uygulamalarıdır. Savaş sonrası toplumlarda görülen erkek eşin kendisini güçlü hissetmek için eşine uyguladığı cinsel şiddet ve yine savaş sonrası toplumlarda nüfus artışının teşvik edilmesi amacıyla kürtajın yasaklanması örnekleri kadınların mağdur oldukları konulardır.

Kadınların savaş zamanlarındaki rolleri çok yönlüdür. Şiddet, yerinden edilme ve güvensizliğin yükünü taşıyan mağdurlar olarak çatışmanın sert gerçekleriyle yüzleşirler. Aynı zamanda, savaş rollerinden barış inşası ve insani yardım çalışmalarına kadar çeşitli kapasitelerde aktif katılımcılar olarak geleneksel toplumsal cinsiyet beklentilerine meydan okurlar. Kadınları her iki rolde de tanımak ve desteklemek, çatışmanın karmaşıklığını ele almak, toplumsal cinsiyet eşitliğini teşvik etmek ve kalıcı barış ve güvenliğe ulaşmak için elzemdir. Bu ikilikte kadınlar sadece savaşın mağdurları olarak değil, değişim ve ilerlemenin dirençli aktörleri olarak ortaya çıkmaktadır.

Kaynakça

Campbell, D. “Women in Combat: The World War II Experience in the United States, Great Britain, Germany, and the Soviet Union”, The Journal of Military History, Cilt 57 (2), 1993, ss. 301-323.

Carreiras, H. Gender and the Military: Women in the Armed Forces of Western Democracies, New York, Routledge, 2006.

Enloe, C. Bananas, Beaches and Bases: Making Feminist Sense of International Politics, Completely Revised and Updated, Berkeley, University of California Press, 2014.

Valerie A. S. ve C. J. Thomsen, “Sexual Harassment and Assault in the U.S. Military: A Review of Policy and Research Trends”, Military Medicine, Cilt 181, 2016, ss. 20-27.

Ek Okumalar

Tickner, J. Ann, “Feminist Responses to International Security Studies”, Peace Review, Cilt 16 (1), 2004, ss. 43-48.

Shepherd, L. J., “Feminist Security Studies”, Laura J. Shepherd (Ed.), Critical Approaches to Security: An Introduction to Theories and Methods, Oxon, Routledge, ss. 11-23.

Tartışma Soruları

Savaşların mağdurları olan kadınlar hangi tavır, davranış ve şiddet biçimlerine maruz kalmaktadır?

Kadınların savaşlardaki rolleri nelerdir?

Savaş sonrası dönemde kadınların yaşadıkları mağduriyetlerin sebepleri nelerdir?