Ders 2. Klasik Dönem Jeopolitik Teoriler

  • Anasayfa
  • Konular
  • Ders 2. Klasik Dönem Jeopolitik Teoriler

Ders 2. Klasik Dönem Jeopolitik Teoriler

Jeopolitik, bağımsız bir araştırma alanı olarak 20. Yüzyılda ortaya çıkmıştır. Buna karşın jeopolitik çerçevesinde ele alınabilecek düşünce ve anlatılara antik çağlardan 19. yüzyıla kadar hem Batı hem de Doğu düşünce geleneklerinde rastlanır. Bunun temel nedeni, çevrenin insan yaşamı üzerindeki etkisinin eski çağlardan beri kabul edilmiş olmasıdır. Bu çerçevede, bu uzun dönemin jeopolitiğe ilişkin düşünceleri, esas olarak coğrafya ve uygarlık arasındaki ilişkiye dairdir. Modern öncesi dönemlerde düşünürler, temel olarak belirli bir coğrafi çevre ve sakinleri için hangi siyasi rejimin ideal olacağını bulmaya çalışmışlardır. Örneğin Aristoteles (M.Ö. 384 -322) iklim ve insan doğası arasındaki ilişki ile coğrafyanın devletlerin ekonomik ve askeri tercihleri üzerindeki etkisini analiz etmiştir (Kristof, 1960: 17).

Antik dönemden 19. yüzyılın sonuna kadar jeopolitik veya coğrafi düşüncede Aristoteles’ten beri süre gelen, kısaca ‘coğrafi determinizm’ olarak ifade edilebilecek bir yaklaşım hakimdir. Örneğin 18. yüzyılda Montesquieu Kanunların Ruhu başlıklı çalışmasında sıcak iklimin insanları zayıflattığı, bu nedenle köleliğe eğilimli oldukları, buna karşın soğuk iklimin insanlarının cesur, dolayısıyla özgürlüğe düşkün olduklarını öne sürmüştür. Benzer şekilde, daha 15. Yüzyılda Doğu düşününün önemli ismi İbni Haldun, Mukaddime adlı eserinde hava ve iklimin insan fiziki yapısı ve ahlakı üzerindeki etkilerini ele almıştır. Buradan yola çıkarak, determinist bir bakışla, çerçevede gıda gibi insan gereksinimlerinin bolluğu veya kıtlığının topluma etkileri ve coğrafî konumun “sevk, idare, siyaset ve medeniyet1 ile ilişkilerini açıklamaya çalışmıştır.

Bu tür bir determinist yaklaşım, aslında jeopolitik düşüncenin modern öncesi ve modern kategorilere ayrıldığı ana noktadır. Modern jeopolitik düşünceyi modern öncesi düşünceden ayıran şey, insan ve doğanın farklı olduğu ve jeopolitiğin bir bilim olarak bunlar arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmayı ve analiz etmeyi amaçladığı varsayımıdır (Kristof, 1960). Jeopolitik, coğrafi determinizm bir kenara bırakıldığında, diğer bir deyişle coğrafi çevrenin insanın doğasını belirleyebileceği fikri terk edildiğinde başlamıştır.

Bu bağlamda siyasi coğrafyanın ayrı bir bilimsel disiplin olarak ele alınması gerektiğini ilk kez ifade eden kişi 1904’de yayınladığı The Geographical Pivot of History başlıklı makalesiyle Halford Mackinder olmuştur. Mackinder makalesinde jeopolitik için araştırma gündemini belirleyerek, bağımsız bir alan olarak doğabileceği zemini hazırlamıştır. Buna karşılık, jeopolitik kelimesini 1899’da kullanan ilk kişi İsveçli Siyaset Bilimci Rudolf Kjellén’dir. Kjellen ile Mackinder’i takip eden çalışmalarla 20. yüzyılın başında siyasi coğrafyadan jeopolitiğe geçiş gerçekleşmiş, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar sürecek klasik jeopolitik dönem başlamıştır.

Bu çerçevede siyasi coğrafyanın bir araştırma alanı olarak kurulmasına öncülük eden ve Haushofer ve Kjellen gibi ilk jeopolitik teorisyenlere ilham isimlerden biri de Alman coğrafyacı Friedrich Ratzel’dir. Analiz aracı olarak mekân ve konumu kullanan ilk teorisyen olan Ratzel’in devlet teorisi, devletlerin doğup büyümek zorunda olan canlı organizmalar olduğunu öne süren organik devlet fikrine dayanıyordu. Buna göre, bir devlet için yeterli yaşam alanına (lebensraum) sahip olmak zorunludur, dolayısıyla devletlerin büyümek için mevcut sınırlarını değiştirerek genişlemeleri gerekir. Ratzel lebensraum’u, bir canlı türünü mevcut nüfus büyüklüğünde desteklemek için gerekli olan coğrafi yüzey alanı olarak tanımlamıştır (Wolkersdorfer, 1999: 147). Bu tanımlama daha sonra başta Almanya olmak üzere devletlerin dış politikalarında yayılmacılığa temel oluşturmuştur.

Çalışmalarıyla siyasi coğrafyanın doğuşunu temsil eden Mackinder’in yazıları ise esas olarak İngiliz imparatorluğunun büyük stratejisiyle ilgiliydi ve temelde coğrafyayı dünya siyasetinin anlaşılması gereken bir ekseni olarak sunuyordu. 20. yüzyılın başında çalışmalarını yürüten Mackinder, Avrupa’nın emperyalist yayılmacılığının 19. yüzyılın sonunda sınırlarına ulaştığının farkındaydı ve bu nedenle dünya egemenliği için yeni eksen bölgesini ortaya çıkarmaya çalışıyordu. Bu çerçevede, deniz gücünün ulaşamadığı Avrasya’yı dünya siyasetinin coğrafi ekseni, yani dünya siyasetine hâkim olmanın anahtarı olarak tanımlayarak, Kara Hakimiyeti Teorisini ortaya koymuştur.

Kenar Kuşak Teorisi, Gencer Özcan

1904’de ortaya koyduğu argümanına 1919’da yeniden ele alan Mackinder, tezinin hâlâ geçerli ve uygulanabilir olduğu sonucuna ulaşmış ve Demokratik İdealler ve Gerçekler başlıklı yeni kitabında, eksen terimini ‘kalpgah’ (heartland) ile değiştirerek, sınırlarını Doğu ve Orta Avrupa’yı da kapsayacak şekilde genişletmiştir. Bu çalışmasında, sonradan meşhur olan, “Doğu Avrupa’yı yöneten, kalpgah’ı yönetir, kalpgah’ı yöneten Dünya Adası’na da hâkim olur, Dünya Adasına hükmeden ise dünyaya hükmeder” şeklindeki formülünü de ortaya koymuştur (Mackinder, 1942: 106). Mackinder’ın bu kavramları ve açıklamaları, takip eden yarım yüzyıl boyunca Nicholas Spykman ve Alfred Thayer Mahan dahil olmak üzere birçok teorisyeni ve politika yapıcısını etkilemiştir.

Harita: Mackinder’in Kalpgah’ı

Kaynak: Weigert, 1945-46: 49

Alfred Thayer Mahan Amerikalı bir deniz tarihçisiydi ve bu nedenle deniz gücüne daha fazla önem veriyordu. Deniz gücünün ve deniz stratejisinin önemine ilişkin görüşleri daha önce diğer deniz stratejistleri tarafından da ele alınmıştı, ancak bu fikirleri sistematik olarak bir Deniz Hakimiyeti Teorisi olarak ortaya koyan ilk kişi Mahan olmuştur. Mahan’ın çalışmaları o dönemde ABD Başkanı Theodore Roosevelt ve hatta Alman İmparatoru Keizer Wilhelm gibi politika yapıcıları etkilemişti.

Mahan, temel olarak, büyük bir güç olmak ya da büyük güç olarak mevcut statüsünü sürdürmek isteyen herhangi bir ülkenin deniz gücüne hâkim olması gerektiğini öne sürmüştür. Mahan’ın deniz gücü ile kastettiği şey sadece büyük bir deniz gücüne sahip olmak değildi, aslında daha çok deniz gücüne dayalı büyük stratejinin büyük bir güç olmanın özü olduğunu vurgulamaktaydı. Bu anlamda, dünya hakimiyetine gidecek bir askeri stratejinin anahtarı, Panama ve Süveyş kanallarının sunduğu geçitlerle birbirine bağlanan kuzey kara yarımküresine hâkim olmakta yatıyordu. Bu yarım kürede de Avrasya en önemli bileşendi (Cohen, 2015:23). Öte yandan, Mahan için deniz gücü sadece askeri başarı ile değil, aynı zamanda büyük güçler arasındaki rekabetin temel nedeni olarak öne sürdüğü ekonomik faydalarla da ilgiliydi. Mahan bu görüşleriyle döneminde ABD siyaseti ve askeri stratejisini etkilemiştir.

Deniz Gücü Teorisi, Serhat Güvenç

Bu dönemin öne çıkan bir diğer ismi de, yukarıda da ifade edildiği üzere, ‘jeopolitik’ terimini ortaya atan Rudolf Kjellen’dir. Kjellen, Ratzel’in öğrencisiydi ve görüşlerini Ratzel’in ‘organik devlet’ teorisine dayandırıyordu. Buna paralel olarak Kjellen de canlı organizmalar olarak devletlerin büyümesi ve dolayısıyla genişlemesi gerektiğini öne sürdü. Kjellen, devletleri büyük güçler ve dünya güçleri olarak ikiye ayırmıştır. Buna göre İngiltere, ABD, Rusya ve Almanya dünya güçleri iken Fransa, Japonya, Avusturya-Macaristan ve İtalya büyük güçlerdir (Holdar, 1992: 314). Kjellen, devletin gelişmesi için mücadele etmenin, hatta savaşmanın doğal hukukun bir parçası olduğunu düşündüğünden, devletlerin yayılmacı politikalarını meşrulaştırıcı görüşler ortaya koymuştur. Kjellen, özellikle Alman jeopolitikçi Karl Haushofer üzerindeki etkisiyle Alman jeopolitiğine ilham vermiştir.

Ibni Haldun                                              

Friedrich Ratzel      

Halford J. Mackinder

Alman jeopolitiğinin kurucusu sayılan Karl Haushofer, jeopolitiğin gelişiminde hem teoride hem de pratikte önemli bir aşamadır. Bu anlamda, bir araştırma alanı olarak Alman jeopolitiğinin Almanya’nın Dünya Savaşları ile ilgili politikalarına doğrudan etki ettiği de söylenebilir. Bu doğrultuda Haushofer, Alman Nasyonal Sosyalist ideolojisinin yayılmacı politikalarını bilimsel olarak meşrulaştırmış kişidir. Ratzel’in lebensraum ve Mackinder’ın kalpgah teorisinden etkilenen Haushofer, lebensraum‘u devletlerin kendi halkına yetecek alan ve kaynak sağlama hakkı ve sorumluluğu olarak tanımlamıştır. Büyük güçlerin topraklarını küçük devletlere karşı genişletmek zorunda olduğunu ifade eden Haushofer’e göre, ‘kendi kendine yeterlilik’ devletler için hayati önemdedir. Öte yandan, bir devletin kendi kendine yeterli olabilmesi için ihtiyaç duyduğu her ürünü kendisinin üretmesi gerekir, ki bu da ancak bir devletin -spesifik olarak bir Avrupa devletinin- Mackinder’in tanımladığı kalpgaha sahip olması durumunda mümkündür. Haushofer, bunun tek bir devlet için mümkün olmadığını düşündüğünden, kalpgahın kaynaklarından yararlanmak için Avrupa, Rusya ve Japonya’nın İngiltere ve ABD etkisi dışında kalacak bölgelerarası bir blok oluşturmasını önermiştir (Costachie, 2011: 271). Fakat nihayetinde böyle bir oluşumun mevcut siyasi düzen tarafından engelleneceğine inandığından, Almanya için doğru stratejinin Orta ve Doğu Avrupa’ya yönelme olduğunu ileri sürmüştür. 

Alman jeopolitiği, Nazi Almanyası üzerindeki etkisi ve bunun daha sonra yol açtığı kıyım ve yıkım nedeniyle, genel olarak II. Dünya Savaşı’ndan sonra jeopolitiğin bir araştırma alanı olarak gözden düşmesine neden olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya dışında jeopolitik üzerine çalışan birkaç kişiden birisi de Amerikalı uluslararası ilişkiler uzmanı Nicholas Spykman’dı. Nitekim, İkinci Dünya Savaşı sonrasında jeopolitik, bu terimi kullanmadan büyük ölçüde realist uluslararası ilişkiler geleneği içinde çalışılmaya devam edildi.

Spykman’a göre coğrafya, ulusal politikanın formüle edilmesinde en temel koşullandırıcı faktördür, çünkü en kalıcı olanıdır. Spykman’in ifadesiyle, “Bakanlar gelir, bakanlar gider, diktatörler bile ölür, ancak sıradağlar bozulmadan durur” (Spykman, 1938: 29). Spykman’a göre, bir devletin dış politikasının temel amacı, gücü elde etmek ve sürdürmektir. Bu çerçevede realist bir uluslararası ilişkiler bakışını yansıtmaktadır. Onu jeopolitik ile ilişkilendiren şey, devlet gücünün hayati unsuru olarak coğrafyaya odaklanmasıdır. Bu çizgide, Mackinder’in kalpgah teorisinin panzehiri olduğu iddia edilen kenar kuşak (rimland) fikrini geliştirmiştir.

Harita: Mackinder’in Kalpgah’ına Karşı Spykman’in Kenar Kuşak Yaklaşımı

Kaynak: https://coldwargeopolitics.wordpress.com/2016/03/12/geopolitical-theories-driving-proxy-wars-during-the-cold-war/#_edn5

Esasen Spykman’ın görüşlerinin altında yatan ana unsur Almanya’nın dünya hakimiyeti tehlikesine karşı ABD’yi ayağa kaldırma arayışıydı (Cohen, 2015: 26). Kenar Kuşak Teorisine göre, dünya egemenliğinin anahtarı, kenar kuşak olarak tanımlanan Avrupa, Orta Doğu, Güneydoğu Asya ve Çin’in kıyı bölgelerini kontrol etmekten geçiyordu. Bu bağlamda, Mackinder’in formüle ettiği gibi bir ifade de Spykman’den gelmişti: “Rimland’ı kontrol eden Avrasya’yı yönetir, Avrasya’yı yöneten dünyayı kontrol eder.” Spykman’ın Mackinder’den farkı, Mackinder merkezden dış alana doğru bir genişleme önerirken, Spykman’ın gelişmenin dıştan içe doğru uzaması gerektiğini iddiasıdır. Spykman’ın bu yaklaşımı ABD’nin takipo eden Soğuk Savaş dönemindeki politikalarını etkilemiş, hatta ‘çevreleme stratejisi’ üzerinde ciddi etkisi olmuştur.

Kenar Kuşak Teorisi

Tartışma Soruları

1. Modern öncesi dönemde coğrafya ile politika arasındaki ilişki nasıl gerçekleşmiştir, açıklayınız.

2. Jeopolitiğin siyasi coğrafya disiplini içinden ayrı bir disiplin olarak ortaya çıkması süreci nasıl ve hangi etkilerle gerçekleşmiştir, açıklayınız.

3. Lebensraum kavramını açıklayarak, dünya siyasi tarihine etkilerini tartışınız.

4. Mackinder’in kalpgah (heartland) ile Spykman’in kenar kuşak (rimland) teorilerini karşılaştırınız.

Kaynaklar ve Ek Okuma Önerileri

Günter Wolkersdorfer, “Karl Haushofer and Geopolitics — the History of a German Mythos”, Geopolitics, 4 (3), 1999, 145-160.

Halford J., Mackinder, “The Geographical Pivot of History”, The Geographical Journal, 23 (4), 1904, 421-437.

Halford. J. Mackinder, Democratic Ideals and Reality, Washington, National Defense University Press, 1942.

Hans. W. Weigert, “Mackinder’s Heartland”, The American Scholar, 15 (1), 1945, 43-54.

H. H. Herwig, “Geopolitik: Haushofer, Hitler and lebensraum”, Journal of Strategic Studies, 22 (2-3), 1999, 218–241.

Ladis K. D. Kristof, “The Orgins and Evolution of Geopolitics”, Journal of Conflict Resolution, 4 (1), 1960, 15-51.

Nicholas J. Spykman, “Geography and Foreign Policy-I”, The American Political Science Review, 32 (1), 1938, 28-50.

Rafat Koszek, “Geopolitics in the Geographical Work of Strabo”, European Journal of Geopolitics, 3, 2015, 50-68.

Saul Bernard Cohen, Geopolitics: The Geography of International Relations, Londra, Rowman & Little, 2015.

Seven Holdar, “The Ideal State and The Power of Geography The Life-Work of Rudolf Kjellén”, Political Geography, 11 (3), 1992, 307-323.

Silviu Costachie, “German School of Geopolitics. Evolution, Ideas, Prospects”, Revista Română de Geografie Politică, XIII (2), 2011, 264-276.